Okulların temizliğini konuşmuştuk günlerce. Velilerin bazı şehirlerde okullardaki personel eksikliğinden dolayı sınıfları temizlemeleri epeyce tartışılmıştı. Çağımıza göre hoş olmayan görüntülerdi. Sonuçta İHA, SİHA TOGG yapan bir ülkeydik, ama okulları temizleyecek personeli istihdam edemiyorduk.

Tokat’ta da bazı sıkıntılar yaşanmıştı ama başka şehirlerle kıyasladığımızda biraz daha durumumuz iyiydi bu konuda; idare edecek kadar personel vardı, sonrasında İŞKUR üzerinden işçiler de alınarak okullara verildi ve belli bir rahatlama sağlandı.

Ancak görünen o ki “proje” adı altında bazı okullarda öğrencilerin eline süpürge, kova, faraş verilerek havanın ayazı, temizlenecek yerlerin boyutu hesaba katılmadan çocuklara temizlik yaptırılıyor. Ve iddialar o ki “proje” adı altında yaptırılan temizliklere sesi en az çıkan, çocuk ağzıyla “ezik” olan öğrenciler seçiliyormuş. Varlıklı ailelerin çocukları ayrılıyor, yoksul ailelerin çocuklarına temizlik yaptırılıyormuş.

Bence Tokat Milli Eğitime bağlı okullarda böyle bir “proje” varsa, varsın olmasın. Elbette çevreye duyarlı nesiller yetiştirmek öncelikli görevler arasında; çocuklara temizlik alışkanlığı kazandırmak, onların rahat koşullarda eğitim öğretim görmelerini sağlamak mühim mesele. Lakin 21. yüzyıldayız, ona göre de davranarak eğitimdeki yol haritamızı belirlemeliyiz.

Şunu unutmamak gerekir: Tek bir velinin bellediğinde, “varlıklı ailelerin çocukları ayrılıyor, yoksul ailelerin çocuklarına temizlik yaptırılıyormuş” algısı kaldığı sürece bütün iyi şeylerin hiçbir hükmü kalmaz. Herkes kendi çocuğuna nasıl davranılmasına istiyorsa, başkalarının çocuklarına da öyle davranmak zorundadır. Çağdaş dünyada “empati” diyorlar buna.

Öte yandan yine bazı okullarda öğretmen-öğrenci-veli ilişkilerine dair olumsuz haberler kulağımıza geliyor. Genelinde iletişimde yaşanan krizler olarak adlandırabileceğimiz bu şikayetlerin temelinde de “üslup ve saygıdaki eksiklikler” göze çarpıyor. Bağırmak, azarlamak, “görünmeyen yerlerde dayak atmak” bu yüzyılın işi değil, olmamalı. Sorun varsa kurallar ve insani müeyyidelerle çözülmeli.

Hep diyorum, özel okullardaki öğretmen modelini devlet okulunda yerleştirmediğimiz sürece bu hoyratlıklar devam edecek. Hangi projeyi yaparsanız yapın, temelinde insan sevgisi olmayan “uygulayıcılarla” sonuç alamazsınız. Elbette öğrencisini kendi evladı gibi gören çoğunluktaki bir eğitim ordusu var; ama sayıları az da olsa derste aslan kesilen, kıran, vuran, haykıran eğitimci modelleri de mevcut ne yazık ki. Hatta beden eğitimi derslerinde ortalıkta görünmeyen öğretmenler bile var.

Milli Eğitimin Tokat’ta yükselen bir çıtası oldu bugüne kadar. Bu çıtayı aşağılara çekmek, gelinen seviyeyi “günü geçiştirmeye” indirgemek bu güzide kurumumuza zarar verir.

Yazar ve aynı zamanda doktor olan Kemal Sayar, “İnsanın ıstırabını tanımayan kişi hekim değil, musluk tamircisi olur.” demişti. Bu sözü eğitimcilerimiz için de uyarlayabiliriz.

Bu ülkenin ve bu şehrin sakin, dingin, “hakkını vererek kitap okuyan”, empati duygusu gelişmiş, vicdan ve merhamet sahibi insanlara ihtiyacı var. Bu ihtiyaç yakıcı bir sorun olmaktan öte öylesine derin anlamlar içeriyor ki dinlemek isteyenlerle her yerde konuşabilir, çareler arayabiliriz…

Yeter ki “Ah şu siyasi kimliğiniz olmasa!” demesinler…