Rasim Canbolat yazdı.

Kahvaltı yaparken bile terliyor eşim.  Büyük oğlumuz Eren, annesine çekmiş besbelli. Annesini emerken terin suyun içinde kalırdı çocuk.

-Bu sıcakta nasıl çıkacağım bilmem ki diye sızlanınca:

-Nereye gideceksin?

-Ağabeyime kargo göndereceğim ya…

-Ben götürürüm canım, iki adımlık yer postane ne var ki… İki yüz lira at yeter.

- Makbule geçer valla. Sana da zahmet olacak.

-Ne zahmeti canım, kayınbiraderim için feda olsun. Alışığım ben, her sabah yürümüyor muyum?

Kargoyu hazırlamış, yanında iki yüz lira beni bekliyor. Kargoyu aldım, parayı attım.

-Alsana!

-O kadar paramız var şükür. Eşile dost ile yiyecek kadar. Allah devletimize zeval vermesin.

Üniversite yolundaki küçük postanenin kapısında  “Kapalıyız. Üst geçidin altındaki BİM’in karşısına taşındık.” yazıyor.

Yeni adres, hemen yakınımızda idi. Ama dedim kendi kendime yeni taşındıkları yer küçük bir yerdir. Bakalım yerleşebildiler mi? Onlar ile uğraşacağıma otobüse biner büyük postaneye giderim. Altmış beşlik kartımı yeni vizelettim nasıl olsa.

Büyük postane de aynı duyuruyla karşılamaz mı beni? Belim buza döndü. “İnersin gönül inersin attan iner eşeğe binersin. Eşeği de bulamazsan yaya yürümeye razı olursun.” demişler. İşte böyle. Beğenmemezlik iyi değil.  Yüce Tanrı, beğenmediğine kul ediveriyor, bazen.

**

Postane tenha idi. Eren’in sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen Salim Pelit, ilgi gösterdi, kırılabilecek kargomu sağlam bir kutuya koyup bantlarla sarıp sarmaladı.  Ve deprem için önlem olarak valilik gibi büyük postanenin de yıkılıp yeniden yapılacağını söyledi.

Devlet yapılarının da kentsel dönüşüme girdiğini burada gördüm. Yaşım ne ki şunun şurasında. “Yaşa yaşa gör temaşa!” demişler. Bakalım daha ne acayiplikler göreceğiz?

Allah ömür verirse…