Rasim Canbolat yazdı...

Yola otobüsle çıkıyorsam tercihim üç numaralı koltuktur.  Kendi aracımızda ya sürücü koltuğunu, ya da yanındakini yeğlerim. Tatile giderken üç dört numaralardaydık, eşimle. İki gün süren gidişimiz çok rahattı. Birinci günün saat yirmisinde Tokat’tan çıktığımız yolu, ikinci günün on biri gibi Akçay’da gelinim ve oğlumun karşılamasıyla bitirmiştik.

Üç- dört numaralı koltukları ayağımızı uzatamıyoruz diye beğenmeyenler de var. Eğer onlar, yeni otobüsleri görselerdi, anında kanaatlerini değiştirirlerdi. Çünkü ayağı uzatılacak düzeneğin yanında üç ve dört numaralı koltuklarda seyahat edecek yolcuların arasında çantalarını koyacak yer bile var.

Yani gidişte aldığımız lezzetin tadı damağımızda iken dönüşte de benzer otobüslerinden birinin biletini almak istedim. Oğlum Eren, araştırdı internetten istediğimiz günlerdeki otobüslerin hepsinin üç dört numaralı koltukları doluymuş.

Bir gün bir tane yakaladığını müjdeledi. İzmir’den Tokat’a giden bir otobüste istediğin numaralar boş ama o otobüs, saat yirmide kalkıyor dedi. Olsun dedim, otobüs aynı, koltuklar aynı olduktan sonra iki saat sonra ulaşalım evimize önemli değil. Evde bizi bekleyen yok ya. Onlar da satılmadan hemen al diye kredi kartımı uzattım.

**

Saatinde İzmir otogarındaydık. Eren, valizlerimizi yerleştirdi. Vedalaşıp yerimizi aldık. Aldık almasına ama bir gariplik var otobüste. Önce ayaklarımızı geldiğimiz gibi uzatamıyoruz. Sonra her yolcunun önünde bulunan isteyenin oyun oynadığı, isteyenin müzik dinlediği ekran yok. Belki önceden varmıştır ama şimdi yalnız ekranların oraya yerleştirilmesini sağlayan çivilerin izi var.  Olmazsa olmasın dedim, sağ salim evimize ulaşalım da yolda oyun oynamasak, müzik dinlemesek de olur. Zaten öyle ekranlarla oyalanmak alışkanlığım da yoktur, öteden beri.

Otobüs hareket edince bir yerlerden soğuk bir esinti gelmeye başladı. Alışırız derken esinti giderek soğumaya ve çoğalmaya başlıyor. Karşıda dışarının sıcaklığını ve saati dönüşümlü gösteren rakamlara baktım. Dışarının sıcaklığı 34 dereceden aşağı doğru yavaş yavaş iniyor. Evde 24 derecede terlerken burada dışarının 34 derecesinde üşüyoruz. Evinde harlı sobanın başında terleyen kişiye, dışarının Sibirya ayazı ne yapabilir ki…  Bizi dışarının 34 derece sıcaklığının ısıtamadığı gibi…

Dayanamadım:

-Kaptan biz üşüyoruz.

-Üstünüzdeki klimayı kapatın. Bizden önce yardımcısı karıştı söze:

-Klima kapalı. Öylese dedi kaptan,

 -Fandandır.

-İster fandan, ister kalitesi düşük motorinden olsun. Biz, sebep değil ısınmak istiyoruz demedim. Bir numarada oturan görmüş geçirmiş gibi görünen kadın da şikâyetçi oldu. Kaptan oralı olmadı. Demek ki yapcak bişii yokmuş. Hepimiz sustuk. Ankara’ya kadar gözüme uyku girmedi, soğuktan.

Otobüsteki üç elemandan ikisinin kaptan, birisinin yardımcı olduğu anlaşılıyor. Gözledim. Allah için üçü de görevlerini hakkıyla yaptılar. Kaptanlar ustalıklarının zirvesindeydiler. Yardımcı eleman da leb demeden leblebiyi anlıyor, isteneni anında yetiştiriyordu. Üstesinden gelemeyecekleri bir durumla karşılaştılarsa ne yapabilirlerdi. Gecenin bu saatinde hem de pazar günü…

Bu yolculuk, eski bir günümü anımsattı: yeni aldığım sıfır şahinimle rahmetliler dünürüm Yücer Berk ve çok sevdiğim Hüseyin Kalkan ile Zile’den Tokat’a dönüyoruz. Hava soğuk. Üşümeye başladık.

-Bunun kaloriferi yok mu hoca?

-Vaar, olmaz olur mu?

-Niye açmıyon öyleyse? Bizi üşütmekten zevk mi alıyorsun?

-Açıyorum ama çalışmıyor soyka. Nedenini de bilmiyorum.

Bu yolculuktaki kaptanların durumu da benim o günkü durumuma benzedi. Ne ise sağ salim evimize ulaştık ya gerisi boş.   11.08.2024