Gündem köşesinde Cemalettin Yarkın yazdı: "İç cephe çökerse, memleket temelinden yıkılır ve millet esir düşer. (…)” İşte Atamız 98 yıl önce bu uyarıyı yapmıştı."
"İç cephe” ifadesi, bir deyişin ötesinde stratejik – politik bir kavramdır. Bu kavramın doğal karşıtı ise “dış cephe”dir. Esasen “cephe” sözcüğü bile tek başına bir gerilim havası taşır. Dolayısıyla iç cepheyi güçlü yapmaktan söz etmek, der demez dış cephede bir şeyler mi oluyor ya da dış siyasette bir olağanüstülük mü, bir riziko mu oluşuyor sorularını çağrıştırır. Bu sorular açıklığa kavuşmazsa kamuoyunda bir tedirginliğe de yol açabilir.
Bundan birkaç ay önce Cumhurbaşkanı ve iktidardaki partinin genel başkanı R. Tayyip ERDOĞAN, Ortadoğu’dan filan, yani dış siyasetten konuşurken “iç cepheyi tahkim edeceğiz” demişti. Böylesi bir söylemin, devletin başı tarafından ilk defa söylenmiş olması, haliyle beraberinde bir takım soru işaretleri taşıyordu. Siyaset boşluk kaldırmazdı. Nitekim ilk tepki Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ’dan gelmiş, soru işaretlerine açıklık getirmek için “sn. R. Tayyip ERDOĞAN 22 yıllık iktidarında ilk defa -iç cepheyi güçlendireceğiz- demekle gerçekte ne demek istemişti?” sorusunu yöneltmişti. Aslında bu soru, özünde olumlu ve gerçekçi bir soru idi. Çünkü daha sonraki günlerde, iktidarın yan destek kanadı tarafından, bölücü terör örgütünün kurucusu olan ve ağır suçları nedeniyle müebbet hapis mahkumu APO TBMM’ne gelsin, örgütüne “silah bırak” çağrısı yapsın ve umut hakkından yararlansın beyanı büyük tepki çekince, çağrısını İmralı’dan da yapabilir denmiş, bunun üzerine, DEM’den bir heyet, sözde Kürt sorununa çözüm ve barış diye çeşitli temaslara başlamıştı.
Cumhur ittifakınca açıklanan “terörsüz Türkiye!” vaadine mesnet olmak üzere bölücü terör örgütünün elebaşına OCAK ayı başında el uzatılmış ve PKK / YPG / PYD örgütlerini lağvettiğini ilan etmesi istenmişse de ŞUBAT ayı sonu gelmiş, İmralı’dan henüz bir ses yok. Hani yoksa Apo, ipe un mu seriyor, şart şurt mu öne sürüyor? diye de akla gelmiyor değil.
Konuyu fazla dağıtmadan, üç cephe ve dış cephe meselesine dönersek, bu iki stratejik – politik kavramı ilk defa ATATÜRK dile getirmiş ve NUTUK’la tarihe geçmişti. Ulu önder özetle şöyle diyordu: “(…) Şimdi efendiler, düşmana taarruz için verilmiş olan kesin kararımızı uygulamaya başlamadan önce, hazırlamak ve tamamlamak zorunda bulunduğumuz savaş vasıtalarını arz edeyim: Tam üç vasıtadan birincisi ve en önemlisi Milletin kendisidir. Milletin varlığı ve istiklali için gönlünde ve vicdanında belirmiş olan istek ve emellerin sağlamlığıdır. İkinci vasıta, milleti temsil eden MECLİS’in milli isteği ortaya koymakta ve bunun gereklerini uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Üçüncü vasıta düşman karşısında toplanmış bulunan ordumuzdur. Bu üçüncü vasıta görünürdeki cephe, yani dış cephedir. Asıl olan iç cephedir. İç cephe çökerse, memleket temelinden yıkılır ve millet esir düşer. (…)” İşte Atamız 98 yıl önce bu uyarıyı yapmıştı.
Ve tam da bu bağlamda düşünürsek;
TÜRKİYE siyasetinin parlayan yıldızı ZAFER Partisinin lideri, ATATÜRK çizgisinde TÜRK milliyetçisi, sırat-ı müstakim üzere iman ehli Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın, Cumhur İttifakının bilhassa son altı aydaki iç ve dış politikasına itirazları nedeniyle 30 günü aşkın süredir tutuklu bulunması;
Keza, 16 milyonluk bir megapol ve bir dünya kenti olan İSTANBUL’un çok başarılı Belediye Başkanı, son seçimdeki oy yüzdesiyle birinci parti olan Cumhuriyet HALK PARTİSİ’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İMAMOĞLU’nun hakkında peş peşe açılan bir takım davalarla önünün kesilmek istenmesi;
Ve keza, HALK TV’nin Gn. Yayın Yönetmeni Suat TOKTAŞ’ın 30 gündür tutuklu bulunması; yine dürüst gazeteci ve doğru haberci – yorumcu yetileriyle tanınmış birçok gazeteci haklarında gözaltılar yapılması ve davalar açılması;
Ve benzer çeşitli sorgulama, gözaltı ve tutuklama olaylarının sıklaşması; iç cepheyi tahkim mi eder, yoksa tahrip mi eder?!..
İşte asıl mesele bu!...