Dün bu başlıkta bir haber yayımlandı Türkiye Gazetesi’nde. Eğitimci Dr. İpek Coşkun Armağan’ın öğrencilerin ders yüküne dikkat çektiği açıklamalara yer veren gazete, o açıklamalarda eğitim sistemindeki kördüğüme dikkat çekiyordu.
Dr. İpek Coşkun gazetedeki açıklamalarında özetle şöyle diyordu:
“Haftada 36 saat ders ile gençlerden yenilikçi olmasını beklemek gerçekçi değil. Gençleri yoruyoruz. Kendi aralarında bir bıkkınlık var o da yerini zorbalığa bırakıyor. Türkiye’de lise eğitim programı da üniversite eğitim programları da fazlasıyla kalabalık. Haftada 36 saat (en az) derse giren bir gençten yenilikçi olmasını ve eleştirel düşünmesini beklememiz gerçekçi değil. Hele sorumluluk almasını ummamız hiç makul değil. Bu kadar çok sayıda ders ve ders saati insanı ancak hayattan ve gerçeklikten uzaklaştırır. Lise eğitiminde de üniversite eğitiminde de gençler için sadeleşmeye ve eğitimi hayata yakınlaştırmaya ihtiyacımız var. Bu kadar uzun yıllar ve eğitim süreleri ile hayata ve hatta kendimize yabancılaşmamız işten bile değil. Gençleri yoruyoruz. Bu ders saatleri ile olmaz. Kitapların hacmi çok büyük. Dünyanın birçok yerinde zorunlu eğitime yaş temelli bakılıyor. Çoğu Avrupa eğitim sisteminde, tam zamanlı zorunlu eğitim/öğretim, 9-10 yıl sürer ve 15-16 yaşında sona erer. 16 yaşından sonra kendi rotasını çizmeli. Kafasına göre takılsın da demiyoruz...Daha esnek modeller gerekiyor. Okuldan çıkmadan çocuk olgunlaşmaz. Uzun eğitim sürecinde bu mümkün olmuyor. Gençler arasında bir bıkkınlık var o da yerini zorbalığa bırakıyor. NEET kavramı son yıllarda, Türkiye dâhil birçok ülkede genç nesillerin tecrübe etmiş olduğu önemli bir meseleyi ifade etmekte. TÜİK, NEET statüsündeki bireyleri ‘işsiz veya iş gücüne dâhil olmayan, aynı zamanda eğitim almayan (örgün, yaygın, çıraklık veya kurs) genç nüfus’ olarak tanımlamakta. Zaman zaman Türkçede ‘ev gençleri’ şeklinde kavramsallaştırılsa da bu gençlerin evde olup olmadıkları hakkında da bilgi sahibi olmadığımız için konunun ‘genç işlevsizliği’ kavramı ile değerlendirilmesi daha isabetli olacak. Çünkü gençlerin nerede olduklarından çok ne yaptıkları daha büyük öneme sahip. Genç nüfusun sosyoekonomik olarak işlevsiz ve bağımlı görünümü hem bireysel hem de toplumsal yönüyle farklı riskler barındırmakta.”
Çok uzağa gitmeye gerek yok, dolayısıyla sorunları az çok biliyorum ve bu görüşlere katılıyorum. Evimde biri üniversiteli, diğeri lise hazırlık sınıfına giden iki öğrencim var. Hele lise hazırlık sınıfına giden oğlumun sadece ders yüküne değil işlevsiz projelere olan tepkisini gördükçe çocuğa hak vermememiz mümkün değil. Örneğin sene başında “BLOK FLÜTTEN ÖZ ÇALGIMIZ DİLLİ KAVALA” diye bir proje başlattı Tokat Milli Eğitim. Projeye kattıkları her öğrenciyi zorunlu tutarak 700 TL karşılığında kaval aldırttı. Sonuç? Kavaldan da flütten de nefret eden bir gençlik… Neresinden baksanız elinizde kalacak bir projeydi. Kimin aklına geldi, kim yönlendirdi, kimler nasıl bunu proje diye onayladı bilmiyorum, ama bildiğimiz bir şey var ki hepsi vebal altında.
700 liradan kaç kaval satıldı, kaval ustası ömrünün son deminde cebi para görsün diye mi bu uçuk proje başlatıldı tartışılır. Okul kantinindeki bir tostun 50 lira olduğu, servis ücretlerinin cep yaktığı, hayat pahalılığının zirve yaptığı bir dönemde her çocuktan 700 TL almak doğru değildi. Bari sonunu getirselerdi o müthiş projelerinin o da olmadı olmayacak da. Eskiden bir karikatür dergisinde “Zihni Sinir’in çılgın proceleri” diye bir kahraman vardı. Bu karikatür kahramanın ipe sapa gelmez, uçuk kaçık projeleri karikatürize edilirdi. Şimdi tıpkı “Zihni Sinir’in procelerine” benzeyen, “proje” diye ortaya konulan ve adeta “projeler çöplüğüne” dönüşen her şeyin, maddi manevi kayıplara yol açtığını ne zaman görecek etkili ve yetkili abilerimiz, ablalarımız çok merak ediyorum.
Eğitimci Dr. İpek Coşkun’un açıklamalarından yola çıkarak, sadece Tokat Milli Eğitim’in son 2 yılda emek, zaman ve maddi anlamda kayıplara neden olan “procelerinin” toplum vicdanında kabul görmediğini anlamak bu kadar mı zor?
Anlatmaya devam edelim o vakit…