Yazan: Mehmet Doruk

Bir zamanlar, altı kardeşli bir ailenin çocuğu olan Gariban adında bir çocuk varmış. Babası inşaatta çalışırken düşüp hayatını kaybetmiş. Henüz 13 yaşındayken annesi de kansere yenik düşmüş. Gariban, 13 yaşında büyümek zorunda kalmış, hem anne hem baba olmuş. Kardeşlerine bakabilmek için o yaşta çalışmaya başlamış.

Gariban, sanayide bir ustanın yanında çırak olarak işe başlar. Ne var ki, kader onu acımasız bir ustayla karşılaştırır. Usta her gün Gariban’ı döver, ama Gariban kardeşlerini düşündükçe boynunu büker, sesini çıkaramaz. Bir gün, Gariban dünyadan uzaklaşmış, anne ve babasıyla hayali bir hasret gidermekteyken usta, ondan İngiliz anahtarını ister. Gariban dalgın olduğundan duymaz. Usta hiddetle eline aldığı İngiliz anahtarıyla çocuğun başına defalarca vurur. Kafasından kanlar boşalırken, usta pis bir bezle kanı durdurup Gariban'ı çalışmaya zorlar.

Soğuk bir kış günü, Gariban hastalanır. Ateşler içinde yanarken işe gitmek zorundadır, fakat kalkacak hali yoktur. Komşuların getirdiği birkaç ilaçla biraz toparlanır ve ertesi gün işe gider. Ancak sinirli usta, artık yeni bir çırak almıştır. Gariban, hem hasta hem de işsiz kalmıştır. O gün, usta onu son kez döver.

Gariban bir bankta aç otururken, yanına son model bir Mercedes yanaşır. Arabadan inen zengin adam, o gün adak adamıştır: “Bir aç çocuğu doyurayım, ihtiyaçlarını karşılayayım,” demiştir. Sanayiden tanıdığı Gariban’ı görünce arabasına alır ve "Aç mısın oğlum?" diye sorar. Gariban, “Ben aç değilim, ama kardeşlerim aç. Onlar iki gündür bir şey yemedi, bende işten kovuldum. Onlara yemek verin,” der.

Adam, şoförüne Gariban’ın evine gitmesini söyler. Eve vardıklarında içler acısı bir manzarayla karşılaşır: Kardeşler battaniyeye sarılmış, soğuktan titremektedir. Evde pencere bile yoktur, bozuk bir buzdolabı içinde hiçbir şey bulunmamaktadır. Adam, çocukları alır ve lüks bir restorana götürür. “Yiyin, için çocuklar. Bundan sonra ne ihtiyacınız olursa bana geleceksiniz,” der. Buzdolabını ağzına kadar doldururlar. Gariban'ı okula yazdırır ve yanına işe alır.

Gariban hem çalışıp hem de yarım kalan eğitimini tamamlar. Zeki ve çalışkan bir çocuk olarak kariyer basamaklarını hızla tırmanır. Yıllar geçer, Gariban 50 yaşına geldiğinde artık Çalışma Bakanı olmuştur. İlk işi, yoksullara sahip çıkmak olur. İlk kanunu da şu olur: “Bundan sonra çırakların ilk işe girişleri sayılacak. Maaşlarını asgari ücret seviyesine getiriyoruz, yarısını işveren, yarısını devlet ödeyecek. Artık garibanlar sahipsiz olmayacak.”

Gariban, dayak yediği ustasına da gider. Usta iflasın eşiğine gelmiştir, işleri bozulmuştur. Gariban, gerekli işlemlerin başlatılması için talimat verir ve ustaya der ki: “Burada çalışan garibanlara bir tokat dahi vurduğunu görürsem bizzat kendim geleceğim.” Usta, cezai işlemlerle karşı karşıya kalır ve Gariban, her hafta denetim yapılmasını sağlar.

Sonunda Gariban ve tüm yoksullar haklarını alır. Bu dünyanın bir sahibi olduğunu yönetenler unutmasın. Gariban ya hakkını alır, ya da siz onun ahını alırsınız.

Yazan: Mehmet Doruk