-
Melahat
Bacı nedir bu telaşın? Bakü rüzgârı gibisin, arkandan koşarak yetişmek çetin
iş.
-
Bağışla beni Şudabe Bacı pazara gidiyorum.
Seherden beri ev işleriyle uğraşıyordum. Pazarcılar tezgâhları toplamadan
yetişeyim dedim. Onun için telesmişim. Bu akşam beyimin ad günüdür ona güzel bir
sofra dizeceğim.
-
Selamet
kal Melahat bacı. İşin Kolay gele.
Sepeleyen kar altında hızlı
adımlarla Pazar yerine doğru ilerliyordu. Soğuk rüzgâr yüzünü üşütmesin diye
başındaki şalı burnunun üzerine kadar çekti. “Nar almayı da unutmayayım.” diye
geçirdi aklından. Pazarın içinde çar
çabuk işini bitirdi. Zaten uzun uzun gezecek vakti yoktu. Evde; “Meleklerim”
diyerek sevdiği on yaşında ki kızına, altı yaşındaki oğlunu emanet edip
çıkmıştı. Sebze ve meyvelerle doldurduğu iki torbasının her birini bir eline
aldı. Bir gün önce aldığı tavuğu pişirmemiş eşinin doğum günü ziyafetine
sakladığından et almaya lüzum görmemişti. Hızlı adımlarla yola koyuldu.
Yolunun üstündeki dükkânın önünde durdu. Birkaç gün önce vitrinde gördüğü sigara
tabakasına baktı. Yerinde duruyordu. İçinden sevindi. Gördüğünden beri onu eşine
almayı hayal ediyordu. Ayağının ucuyla dükkânın kapısını itekleyerek açtı. İçeri
girdi. Elindeki torbaları yere bırakarak tezgâhtardan sigara tabakasını istedi.
Eldivenin içinde üşüyen ellerini ağzına götürüp sıcak nefesiyle üfledi. Ayazda değişen yüzünün çizgileriyle “Cam
kesiği gibi doğradı ellerimi mübarek” çıkardığında eller çıplak elle okşar gibi iyice dokundu. Sağına
soluna baktı. Tezgâhta duran gence uzatarak güzel paket yapmasını istedi.
Parasını ödeyip paketi cebine koyduğunda çok mutlu oldu. Eşine verdiğinde
onunda çok sevineceğini düşündü. Yüzüne Tatlı bir tebessüm yayıldı. “Az bir
param kaldı. Bir pakette sigara alsam ne güzel olur.” Diyerek sigara satan büfeye
doğru yürüdü.
Sepeleyen kar durmuş yerini ayaza bırakmıştı. Başından sıyrılarak
omuzlarına inene şalını örtmek için torbalarını yere bıraktı. Şalına bürünürken
etrafa göz gezdirdi. Yanından geçip giden birkaç adama baktı baktı, İçi
ürperdi. “Bu gün buralarda bir garibelik var ama! Allah hayra cevirsin.” diye
sessizce konuşurken aklına çarşıda gördüğü yabancı simalar geldi. Bir anlam
veremedi. Torbalarını alarak Yokuşun sonunda bahçe içindeki evine doğru yürüdü.
Akşamın yüzünü iyice geceye dönmüştü. Yer yer bozulan dar sokaklarında ki
birkaç lamba ışıldamaya başlamıştı. İçinden
“Ayaz değil sanki düşman kılıcı, ellerimi doğradı mübarek.” diyerek
hızlı adımlarla bahçeden içeri girdi. Darvaza kapısın kapayınca kızına; “Ay
Lale, ay meleklerim kapıyı açın. Dondum balalarım. Bir soğuk var ki, sibir
sanki buraya gelmiş.” diye söylendi. İçeriden ses gelmeyince anahtarını çıkarıp
kapıyı açtı. Yüzüne yayılan sıcak hava hoşuna gitti. “Kış kıyamette sıcak bir ev
ne güzel bir lezzettir.” dedi.
Elindeki torbaları mutfağa bıraktığında mutlu yuvasının huzuru gönlüne
doldu. Şalını omuzlarına indirerek çocuklarının yanına gitti. Lale’ye gülen gözlerle bakarak; “Sana
seslendim işitmedin mi güzel kızım?” dedi. Kızının televizyon izlediğini
görünce cevap beklemedi. Ablasının yanında oyuncaklarıyla oynayan oğlunu
öptükten sonra mantosunu çıkararak mutfağa yöneldi.
“Goca kartal ne gezersin…” Türküsü dudaklarından süzülürken keyifle
yemekleri pişirmeye koyuldu.“ Keşke anamgilide davet etseydim, ah benim bu
ahmak kafam… Aklıma gelmedi. Şimdi desem olmaz ki. Neyse olan oldu.” diyerek
kendi kendine hayıflandı. Onca senelik
evliliklerinde birçok zorluğa göğüs gererek bu günlere gelişleri geldi aklına.
Bibisinin oğluydu kocası aileleri uygun görmüştü onlarda karşı duramamıştı. Her
fırsatta iyi ki evlenmişiz dediler birbirlerine.
“Lale kızım bana yardım et
soframızı kuralım.” diye seslendi kızına. Hocalı kentinin bir birinden leziz
yemeklerini bin bir itinayla pişirerek akşam sofrasına dizdiler. Tabakayı eşinin oturduğu tarafa koydu. Anlam
veremediği iç sıkıntısını dolmuştu yüreğine. Ne kadar çabalasa da atamıyordu. Sağ
yumruğunu kalbinin üstüne koyarak; “Allah hayra çevirsin aha buramda bir darlık
var.” diye kaç kez düşündüğünü saymadı. Derin bir nefes alarak penceresi sokağı gören
arka odaya gitti. İyice kararan havaya aldırmadan dışarıyı görmeye çalıştı.
Gözüne ağaçlar arasından gözüken küçük bir ışık ilişti. “Allah allah bu vakitte
meşelikte kim olur ki? Çobanlar mı ki?” dedi. İçinin ürpertisi iyice benliğini
sarmıştı.
Keyifli hali gitmiş, durgunlaşmıştı. Sanki birden bire kolu kanadı
kırılmıştı. “Nerede kaldın Vugar gel artık. Bir hal var ama nedir bilemedim.
Allah korusun.” diye düşüncelere
dalmışken kapı vuruldu. “Vugar değil bu. Kim ola ki?” diyerek yerinden fırladı.
Başörtüsünü başına örterek hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Kapı arkasından; “Kimsiniz?” demeğe kalmadan
tahta kapı darbelerle kırılarak yere düştü.
Elleri silahlı adamları gören Melahat ne yapacağını, ne yana gideceğini
şaşırdı. “Kimsiniz? Ne istiyorsunuz bizden?” diyerek bağırıp çağırsa da eve
girmelerine engel olamadı.
Dışarıdan duyulan silah ve patlama
seslerine karışan insan bağrışları gittikçe çoğalıyordu. “Ana, babam mı geldi?”
diyerek koşarak gelen çocuklara doğru yürüyen adamlardan biri, aralarında da
kısa bir konuşmadan sonra hiç tereddüt etmeden silahını doğrulttu. Yarım Türkçesiyle; “Koca hani?” diyen adama
cevap vermeye kalmadan kulaklarını sağır eden silah sesiyle dehşete düştü. Çığlıkları
boğazında düğümlenmiş, gözleri oğlunun parçalanan yüzünde donmuştu. “Elnur.
Balam” diye iki kelime döküldü dudaklarından.
Diğer adamlardan biri mutfağa doğru yürüdü. Etrafa göz gezdirdikten sonra
birkaç adım kapıya doğru geriledi. Silahını doğrultarak tetiğe bastı. Aralıksız
ateş etti. Mahşer yerine dönen mutfak tezgâhından fırlayan nar adamın ayağının
dibine yuvarlandı. Eğildi eline aldı.
Birkaç kez havaya atıp tutarak ağır adımlarla odaya yöneldi. Kurulu masanın
yanında durdu. Elindeki narı masaya vurdu. Etrafa dağılan nar tanelerine baktı
kinli bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Sizi de böyle darma dağın edeceğiz. Hocalı
bizim artık.” dedi yüksek sesle. Sonra
tabakayı alıp cebine koyarak diğer arkadaşlarının yanına döndü.
Dışarıda silah sesleri gittikçe yükseliyor, insan bağrışları patlamalarda
kayboluyordu. Zaman çaresizlik zamanıydı. Melahat oğlunun parçalanan yüzünde
zamanı yitirmiş, aklını çoktan Ermeni’ nin tetiğinde kaybetmişti. Kızı Lale’
nin ağlama sesine, bilincinin son çırpınışıyla; “Meleklerim ağlıyor.” dedi.
“Ne demek. Melek ağlamak.” diyerek
karşısına dikilen silahlı ermeni; “Yeter. Susturayım.” dediğinde Lale kanlar
içinde yere serilmişti. Ardından patlayan
silah ortalığı sessizliğin çığlığına bürümüştü.
Melahat gözlerini son kez kapatmadan “Nerede kaldın Vugar? Meleklerim
sustu.” dedi. Göğsünden sızan kan ayakta duran adamın ayağına bulaşıyordu.