YAZI-YORUM UYARI-YORUM

YAZI-YORUM  UYARI-YORUM
Abone Ol

 

Zeynep Oral Cumhuriyet’te öyle güzel yazmış ki:

“Nâzım Hikmet’i, Enver Gökçe’yi, Ahmed Arif’i okumasaydım haksızlığa bunca karşı çıkmazdım. Ceyhun Atıf Kansu’yu okumasaydım yurdumu, Mustafa Kemal’in diktiği, yeşerttiği, var ettiği, ‘yurdum’ dediğim bu güzelim bahçede Yediveren Bağımsızlık Gülü’ne bunca bağlanamazdım! Aziz Nesin’i okumasaydım gözlemciliğim bunca bilenmezdi. Gülten Akın’ın şiirini bilmeseydim belki benim de ‘Durup ince şeyleri anlamaya’ vaktim olmayacaktı. Adalet Ağaoğlu’nu, Füruzan’ı, Leyla Erbil’i okumasaydım ülkem insanını bunca yakından tanıyamazdım. Yaşar Kemal’i okumasaydım doğayı, ülkemi ve Türkçemi bunca çok sevmeyebilirdim. Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Bertold Brecht’i Stefan Zweig’ı okumasaydım şiddetten, savaştan bunca nefret etmezdim. Kafka’yı okumasaydım hak hukuk, adalet tutkum bunca gelişemezdi. Goethe’yi, Çehov’u, D.H. Lawrence’ı okumasaydım belki aşkı tanımayacaktım. Marquez’i okumasaydım, gerçekliğin büyüsünü yakalayamayacaktım. Kavafis’in şiirini bilmeseydim belki hâlâ Barbarları, yani, düşmanı bekliyor olurdum…” (Zeynep Oral, Cumhuriyet, 23 Mart 2025)

Birçok dikenin etrafımızı kuşattığı, olumsuzlukların peşimizi bırakmadığı, kötü insanların nefretlerine maruz kaldığımız şu günlerde edebiyatın bize kattıklarıyla korunmaya çalışıyoruz. Sefil Selimi gibi “insana muhabbet duyduk duyalı” bu böyle. Her yenilgimizde Metin Altıok gibi “Ben bunca yıl/ Bunca insan tanıdım/ Yüreği zehir dolu…/ Yine de insandan/ Kesmedim umudu/ İnsan dedim yekindim/ Paylaştım varı yoğu…” dedik.

Pişman da değiliz…

Allah ömür verirse bu minvalde yürüyecek, bu mevzii terk etmeyeceğiz. Hoşgörü, incelik, tevazu ve samimiyet adına yapabildiğimiz ne varsa yapacak, elden geldiğince alçalıp sövenlere karşı sabırlı olacağız.

“The Libertine” adlı filmdeki bir diyalogda, “Kafana çivi çakmayı bile düşündüm, ama daha kötü bir şeye karar verdim: Seni görmezden geleceğim!” repliği vardı. Böylesine bir fedakarlık işte insanın kendine yapacağı. İnsan olabilmek, kalitesini ve ayarını bozmamak için kendine bunu yapmalı insan. Dolayısıyla, şer cephesinin kirli, kapkara kalplerini yok sayacak, mayınlı dillerini duymayacak, şeytani bakışlarını görmezden geleceğiz. Bir yere kadar da değil, gittiği yere kadar yapacağız bunu.  

Duvara dayandığımızda olacaklardan kimse sorumlu olmasın diye.

Ülkenin sulh ve sükûnete, dünyanın barışa ihtiyacı varken bizler de yaşadığımız şehirlerde bu amaç uğruna olabildiğince hoşgörülü olmak zorundayız. Omuzlarımızdaki yük ağır, taşıdığımız misyon mühim, aldığımız terbiye vazgeçilmez değerler bütünü olarak hayatımızı anlamlandırıyor. Bu çerçevede atacağımız her adımın farkındayız. Kötülüğe karşı iyilikle karşı koyacağımız her çakal saldırısını bertaraf edeceğiz, edemediğimiz yerde de sabırlı olacak, sabrın tükendiği yerde ise Allah’ın yazdığı kadere sığınacağız.

Kul Yusuf bir türküsünde, “Kiminin meskeni külhan/ Kimi derviş kimi sultan/ Rüzgar esti şu aleme/ Bize bad-ı saba düştü/ Bir gün felek cana kıyar/ Bizi kaptan kaba koyar/ Eller atlas libas giyer/ Şükür bize aba düştü…” der.

Tam da öyle işte: ELLER ATLAS LİBAS GİYER ŞÜKÜR BİZE ABA DÜŞTÜ!

Bırakalım başkaları hanlara, hamamlara, yatlara, katlara, sözüm ona hayırlı evlatlara sahip oldukları için dünyada kibirlenerek yaşasınlar. Ama hepimiz biliyoruz ki keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner ve kibirlenip böbürlendikleri, kınadıkları ne kadar şey varsa onlarla imtihan edilirler. Velhasıl hem bu dünyada hem de ebedi alemde hesaplaşacağımız günler elbet gelecek.

O günler gelene dek keyfini sürsünler bakalım dar-ı dünyanın. Ama yazalım ve uyaralım da. Çünkü kararımız nettir: Dar-ı dünya size ebedi rüya bize.